8 Mayıs 2012 Salı

SORUNUMUZ VAR!

Tarihin başlangıcından itibaren devlet örgütünün olduğu her oluşumun karşısında illegal bir muhalif grup yer almıştır. Bu gruplar, devlet içerisinde istismara açık sorunlar üzerinden kendilerine yaşama alanı bulmuşlardır. Hasan Sabbah, Usame b. Ladin, Abdullah Öcalan vs. adları ne olursa olsun bunların hedefleri her dönemde devleti ilga etmek olmuştur. Hastalıklı amaçlarını cahil halk üzerinden gerçekleştirmeye çalışarak hem kamuoyunda kendilerini haklı göstermeye çalışmışlar hem de kullandıkları insanlara Ortaçağ Avrupa’sının karanlığında olduğu gibi sahte cennet, yalan vatan vaat etmektedirler. 
XX. yüzyılın sonlarından itibaren soğuk savaş dönemine girilmesiyle birlikte terörizm kavramı da literatürümüze eklenmiştir. Oysa daha önce de belirtildiği gibi bu türden illegal faktörler hep var olmuş ancak hiçbir zaman amaçlarına ulaşamadıkları gibi devletler için sorun olarak gelişmeyi engellemiş zamanla da marjinalleşmeye mahkûm olmuşlardır. Terörle Mücadele Kanununun ifadesine göre terör; “Baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa'da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti'nin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir.” Kanunda da belirtildiği gibi terör kavramı bizzat devletin şahsına yönelik eylemlerdir.
         Terörün kaynağının birçok sebebe bağlamak mümkündür. Bu sebeplerden en önemli olanı Türkiye şartları için değerlendirildiğinde sosyo-ekonomik problemler olarak belirlenmektedir. Ancak sosyo-ekonomik problemler burada nedenlerden yalnızca biridir ve bunun asıl kaynağının eğitim eksikliği olduğu görülmelidir. Çünkü eğitimli insanların kimlik bunalımı olmaz. Nereden geldiğini ve hedeflerinin neler olduğunu belli bir kültür çevresine girmiş insanlar bilir. Bu hedeflerini de insan öldürerek, tahribat yaparak, kutsal vatan toprağını parçalamaya çalışarak gerçekleştirmez. Sosyal ve ekonomik şartların düzeltilebileceği de göz önüne alınırsa bu insanlar için neden para kazanmanın en kolay yolu adam öldürmek veya ihanet olsun? Sorunların çözümü, sorunun kaynağının bilinmesi ile büyük ölçüde tamamlanmış olur. Ancak burada sorunun kaynağını tespit etmek aslında en zor işlerden biridir. Çünkü bir doktor tali nedenlerle bir tanıda bulunduğunda hastasının hayatını tehlikeye atmış demektir. Bu nedenle kapsamlı bir araştırmanın ardından bir sonuca varmak gerekir. Bunun dışında hastanın vücudunun da dirençli olması gerekir ki vücudunda mevcut bulunan mikroba karşı mücadele edebilsin. Doktor ile hasta arasındaki bu ilişki, sorunu kaynağı ile birlikte yok etmeye kâfidir. Sorunun kaynağını net bir şekilde tanımlayıp sağlıklı çözümler üretilmediği taktirde bu türden faaliyetlerin devam ettiğini hep birlikte göreceğiz.  Doğru teşhis, dayanıklı bir irade...
       İdeoloji, iç ve dış destek, para ve eleman terör örgütlerini ayakta tutan unsurlardır. Yaşadığımız dönemde terörist faaliyetler, gelişen teknolojiye bağlı olarak etki alanını genişletmektedir.  Bu nedenle terör olayları artık uluslararası boyutta bir tehdit olarak göze çarpmaktadır. Ülkelerin kendileri için tehlikeli gördükleri diğerlerini terörist olarak ilan etmeleri bugünün dünyasının en kolay kendini aklama politikalarındandır. Çünkü terörün beslenme kaynakları da aslında birilerinin aleyhine bu devletlerdir. Bununla ilgili son birkaç yıl içinde demokratikleşmenin ve barışın ancak! savaşla sağlanabildiğini esefle ekranlardan ve gazetelerden takip ediyoruz. Burada haklılık veya haksızlık oranını tartışacak değiliz, ancak bu konuda istatistikî bir veri verebiliriz: On binlerce ölü insan… Burada hemen belirtmek gerekir ki bu durum ülkemizde 80’li yıllarda baş gösteren 90’lı yıllarda en tepeye çıkan 2000’lerde ise yeniden inişe geçen terör olayları ile farklı yapıda gibi görülebilir. Ancak dış destek dediğimiz ve ülkemizde yıllardır birçok aileyi perişan eden terörist faaliyetlerin bugün malum devletler tarafından hala illegal bir oluşum olup olmadığını tartışmaları herhalde oldukça gülünç bir hadisedir. Türkiye’deki terör olayları yalnızca dış destekli olarak ortaya çıkmamıştır. Halihazırda insanlarımızı etnik kökene ayırma çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan bir sorunun menfaatler doğrultusunda desteklenmesidir. Burada sorulması gereken soru eğer bir millet olarak kabul ediyorsak sorun Kürtler midir? Ya da bu sorun yukarıda da ifade ettiğimiz türden zaaflar üzerenden üretilen politik senaryoların bir sonucu mudur? Tarihleri boyunca devlet olma bilincine sahip olmayan Ermeniler ilk siyasi oluşumunu ancak XX. yüzyılın başında o da Sovyet Rusya’nın desteğiyle gerçekleşebilmiştir. Benzer bir senaryo Türkiye Cumhuriyeti’nde de oynanmaktadır. Bu kez yönetmenimiz ve aktörlerimiz PKK/KADEK figüranlarımız Kürtler, sponsorlarımız diğerleridir. Bu filmin hazırlık çalışmaları ise 1806 yılında başlamış ancak henüz tamamlanamamıştır. Süleymaniye Kürtlerinden Babanzade Abdurrahman Paşa önderliğinde Kürt istiklalini temin için başlayan Kürtçülük hareketi doğrultusunda; Osmanlı Devleti Döneminde 9, Cumhuriyet Döneminde ise 18 ayaklanma ve isyan meydana gelmiştir:
(Nasturi Ayaklanması (12–28 Eylül 1924 (Kürtler ile ilgili değildir.); Şeyh Said Ayaklanması 13 Şubat-31 Mayıs 1925; Raçkotan ve Raman Tedib Hareketi 9-12 Ağustos 1925; Sason Ayaklanması 1925-1937; I. Ağrı Ayaklanması 16 Mayıs-17 Haziran 1926; Koçuşağı Ayaklanması 7 Ekim 30 Kasım 1926; Mutki Ayaklanması 26 Mayıs-25 ağustos 1927; II. Ağrı Harekatı 13-20 Eylül 1927; Bicar Tenkil Harekatı 7 Ekim-17 Kasım 1927; Asi Resul Ayaklanması 22 Mayıs-3 Ağustos 1929; Tendürük Harekatı 14-27 Eylül 1929; Savur Tenkil Harekatı 26 Mayıs-9 Haziran 1930; Zeylan Ayaklanması Haziran-Eylül 1930; Oramar Ayaklanması 16 Temmuz-10 Ekim 1930; III. Ağrı Harekatı 7-14 Eylül 1930; Pülümür Harekatı 8 Ekim-14 Kasım 1930; Menemen Olayı 23 Aralık 1930 (Kürtler ile ilgili değildir.); Tunceli (Dersim) Tedib Harekatı 1937-1938)[1]
      Kürt Teali ve Terakki Cemiyeti'nin liderleriyle dış güçlerin destek ve teşvikiyle Türk Devleti'ni bölmek ve yıkmak amacıyla bu isyanlar başlamış ve Türk Devleti tarafından bu ayaklanmalar gereği gibi bastırılmıştır. Tarihi seyrini bu şekilde aktardığımız olaylar zinciri nihayet sorunun adının konulmasıyla son bulmuştur! "Demokratikleşmede geri adım atılmayacak", "Kürt sorunu hepimizin sorunudur, çözümü de daha çok hukuk, daha çok demokrasi ve daha çok refahla olur", "Büyük devlet yaptığı hataları kabul eder"… gibi ifadelerde adı konulan sorunumuzun çözüm yolları da bir nebze açıklanmaktadır. Bugün bu olağanüstü durumun sonuçları Avrupa’da ayakta alkışlanırken sizleri yakın tarihimize götürmek istiyorum. Tanzimat’ı, Islahat Fermanı’nı ve diğerlerini anımsadınız mı? Globalleşen dünyamızda sorunların da evrensel yöntemlerle çözümlendiği bugünlerde bizleri daha nelerin beklediğini hep birlikte göreceğiz. Bunlardan en yakın olanı şu günlerde gerçekleşecek olan AB Parlamentosunun gündemlerinden birini oluşturuyor: Sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu Avrupa Birliği-Türkiye Sivil Komisyonu (EUTCC) 19–20 Eylül 2005’te 'Türkiye'nin AB'ye katılımı: İnsan Hakları ve Kürtler' konulu ikinci uluslararası konferansı Brüksel'de AB Parlamentosunda toplanacaktır…
       Son olarak hepimizin ortak düşüncesi olduğunu bildiğim şu fikri yinelemek isterim. “Terörün dini de milleti de olmaz.”



[1] Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar 1924–1938, (Haz. Reşat Hallı), Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara, 1972.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder